
Ayşe, yalnızlığını ve değersizlik hissini tatlı çalarak ve babaannesinin kitaplarına sığınarak hafifletiyordu. Ama her yeni gün, ailesinin ona yüklediği hayal kırıklığı biraz daha büyüyordu.
Ceza Olarak Dağlara Sürgün
Bir gün, babası Hüseyin Ağa, Ayşe’yi makamına çağırdı. “Sen başarısız bir yatırım, Hüseynoğlu soyadına bir utanç oldun,” dedi. O gece, Ayşe valizini hazırlarken, yıllardır biriktirdiği gözyaşlarını serbest bıraktı. Sabah, aile arabasına binip dağlara, Uludağ’ın eteklerindeki yaylaya doğru yola çıktı. Bilinmeyene gidiyordu; burada bir çobana ceza olarak verilecekti.Diğer sayfamıza geçerek detayı okuyunuz
Yabancılıktan Arkadaşlığa
İlk günler sessiz bir dans gibiydi. Yusuf avlanmaya, Ayşe ise evde kalmaya alıştı. Ev basit ama işlevseldi. Ayşe, babaannesinden öğrendiği şifalı otları mutfakta bulunca, Yusuf’la aralarında bir bağ oluştu. “Şifalı bitkiler hakkında nasıl biliyorsun?” diye sordu Yusuf. Ayşe, “Babaannem bana gizlice öğretti,” dedi. Yusuf, “Bana öğretebilir misin?” diye sordu. Bu soru, aralarındaki ilişkinin dönüm noktası oldu.
Haftalar boyunca birlikte şifalı otlar topladılar, merhemler ve tentürler hazırladılar. Ellerinin değdiği, gözlerinin buluştuğu her an, aralarındaki mesafe biraz daha azalıyordu.
Bir gün Ayşe, “Yakalanmadan önce aileniz var mıydı?” diye sordu. Yusuf, “Bir karım vardı. Zehra. Askerler köyümüze saldırdığında öldü. Sonra kalbim de onunla birlikte öldü,” dedi. Ayşe, “Çok üzgünüm,” dedi ve elini nazikçe Yusuf’un eline koydu.