
O zaman şu duâyı hatırladım: “Yâ Rabbî! Benim kavmime hidâyet ihsân eyle. Çünkü onlar, hidâyeti bilip bulamıyorlar.”
Dertli olan kimse şükür secdesine kapandı ve dedi ki: “Ey benim devletlim, hazînem! Ey asil kimse! Senin mükâfâtını Allahü teâlâ versin. Zîrâ bu güçsüz kulun sana teşekkür etmeye kuvveti yok. Ey yüce er! Sana bu şükrün hakkını Allahü teâlâ versin. Bende, ona söyleyebilecek ne bir ağız, ne de hoş söz yok.”
İşte, akıllı olanların düşmanlığı böyledir bil. Akıllının zehiri bile can için bal olur. Akılsızın dostluğu ise, insana cefâ olur. Bu hikâye onun misâlidir.
AKILLI OLAN KİMSE
Akıllı olan kimse, aza-çoğa bakmaz. Çünkü her ikisi de sel gibi süratle geçmektedir. Sel, ister sâf, berrak, ister bulanık aksın. Mâdem ki bâkî değildir, öyle ise sözünü etme. Her dert ölümden bir parçadır. İnsan arslan da olsa, onun birisini dahî kovamaz.
Ölümün bir parçası olan dert ve belâlar sana tatlı gelirse, Allahü teâlâ sana ölümü tatlı eyler. Bedene gelen hastalıklar, ölümün elçisidir. Ölüm elçisinden yüzünü geri çevirme.
Hayatı dertsiz, elemsiz geçenin, ölümü de acı olur. Nefsine tapanın rûhu için kurtuluş yoktur. Akıl, insana ayak bağı olursa, sen onu akıl kabûl etme. O, ancak yılan ve akreptir.
Fakir, altın gibi bir söz söylese, onu takdîre lâyık görmezler. Ayakkabı dar ise, yalınayak yürümek daha iyidir.
Su ile ateşin karışmasına bir tencere mâni olursa, ateş, suyu buharlaştırıp mahveder. Diken, gülün güzelliği yüzünden affedilir. Parça bütününün içinde kaybolur.
Gündüz gibi nûrlu olmak istiyorsan, gece gibi karanlık olan varlığını, nefsini yak!







