1. Haberler
  2. Gündem
  3. Sevgi Hanım altmış altı yaşındaydı. Kışın soğuğu kemiklere daha hızlı işliyordu;

Sevgi Hanım altmış altı yaşındaydı. Kışın soğuğu kemiklere daha hızlı işliyordu;

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Nermin Kara’ydı.

Sevgi Hanımın kalbi bir an durur gibi oldu. “Nermin…” dedi. “Nermin Kara…”

Kaan’ın gözleri Sevgi Hanımın yüzünü inceliyordu; sanki doğru kişiyi bulup bulmadığını anlamaya çalışıyordu.

“Tanıyor musunuz?” dedi Kaan.

Sevgi Hanımın elindeki poşet sapı gevşedi. Poşet hafifçe yere sürtündü. “Nermin… benim kız kardeşimdi,” dedi fısıltıyla.

Kaan’ın yüzü gerildi. Bu kez öfke daha netti; ama Sevgi Hanım bu öfkenin kendine değil, başka bir şeye olduğunu sezdi.

“Öyle mi,” dedi Kaan. “Demek siz… teyzesiniz.”

Sevgi Hanımın başı döndü. “Sen… sen kimsin evladım?” dedi. “Nermin’in oğlu mu?”

Kaan bir an sessiz kaldı. Sonra dişlerini sıkar gibi konuştu.

“Ben Kaan,” dedi. “Nermin’in oğlu. Ama annem bunu hiçbir zaman ‘böyle’ söylemedi. Size dair tek bir şey duymadım. Yıllarca.”

Sevgi Hanımın gözleri doldu. “Nermin… nerededir?” dedi. “Yaşıyor mu?”

Kaan’ın bakışı sertleşti ama içinde başka bir şey de vardı: suçlama gibi.

“Annem on iki yıl önce öldü,” dedi. “Ben cenazede bile… bazı şeyleri sonradan öğrendim.”

Sevgi Hanım ellerini ağzına götürdü. “Allah rahmet eylesin,” dedi, sesi titreyerek. “Ben… ben bilmiyordum.”

Kaan alay eder gibi kısa bir nefes verdi. “Bilmiyordunuz, öyle mi? Nasıl bilmiyordunuz? Aynı soyadı, aynı şehir…”

Sevgi Hanım başını iki yana salladı. “Evladım, ben yıllar önce… kardeşimle küstüm,” dedi. “Büyük bir kavga oldu. Sonra… sonra o gitti. Adresini değiştirdi, telefonunu değiştirdi. Ben de… ben de gurur yaptım. Sonra araya yıllar girdi.”

Kaan gözlerini kısmıştı. “Kavga ne yüzünden?” diye sordu.

Sevgi Hanım o soruyu duyunca yüzü daha da soldu. Sanki kendini savunmak değil, gerçeği taşıyıp taşıyamayacağını ölçüyordu.

“Baban yüzünden,” dedi sonunda.

Kaan bir adım attı. “Benim babam mı?” dedi. “Kim?”

Sevgi Hanım yutkundu. “Adını söylemek istemem,” dedi. “Çünkü… çünkü Nermin onu severdi. Ben sevmezdim. Aile de sevmezdi.”

Kaan’ın sesi sertleşti. “Benim babamı hiç tanımadım,” dedi. “Annem ‘yok’ dedi. ‘Öldü’ dedi. Sonra bir gün ‘böyle şeyler kurcalanmaz’ dedi. Şimdi siz çıkıp ‘baban yüzünden’ diyorsunuz.”

Sevgi Hanımın gözleri Kaan’ın yüzündeki çizgilere takıldı. Kaan, konuşurken çenesini sıkan bir adamdı. Belli ki küçük yaşlardan beri bir şeyi içine atmıştı. Ve şimdi marketteki o an, sanki bir düğmeye basmıştı.

Sevgi Hanım fısıltıyla konuştu: “Evladım… ben sana bir şey söyleyeceğim ama… bunu duyunca bana kızma.”

Kaan’ın bakışı hiç yumuşamadı. “Zaten kızgınım,” dedi. “Devam edin.”

Sevgi Hanım apartmanın giriş kapısını araladı, içeri girip merdiven boşluğunda durdu. Dışarıda konuşmak istemiyormuş gibi çevresine baktı.

“Gel,” dedi. “İçeride konuşalım.”

Kaan tereddüt etti. Şoför gibi duran adam bir adım atacak gibi oldu ama Kaan elini kaldırdı. “Sen kal,” dedi ona. Sonra Sevgi Hanımın peşinden merdivene girdi.

Sevgi Hanım ikinci kattaki dairesinin kapısını açtı. İçerisi düzenliydi ama eskiydi. Duvarlarda aile fotoğrafları vardı. Bir köşede soba gibi duran elektrikli ısıtıcı… Masada örtü… Ev, yıllardır aynı şekilde kalmış gibiydi.

Sevgi Hanım poşetleri mutfağa bıraktı, iki bardak çay koymaya niyetlendi ama sonra vazgeçti. Ellerini dizlerinin üstüne koyup oturdu.

“Benim kız kardeşim Nermin,” dedi yavaşça, “gençken birine âşık oldu. Ailemizin istemediği birine. O adam… düzgün biri değildi. Böyle… gözü paradan başka bir şey görmeyen, herkese mavi boncuk dağıtan biri.”

Kaan kıpırdamadı. “Adı?”

Sevgi Hanım başını eğdi. “Rıfat,” dedi. “Rıfat Güner.”

Kaan’ın yüzü bir an değişti. Sanki bu ismi duymayı beklemiyordu. “Rıfat Güner…” diye tekrarladı.

“Tanıyor musun?” diye sordu Sevgi Hanım.

Kaan’ın gözleri fotoğraflara kaydı. “Tanımıyorum,” dedi. “Ama… bir yerden duymuş gibiyim.”

Sevgi Hanım devam etti: “Nermin hamile kaldı. Biz bunu sonradan öğrendik. Aile çok sert çıktı. ‘Ya o adam ya biz’ dediler. Ben de o zamanlar… gençtim, sinirliydim, kendimi haklı sanıyordum. Nermin’e ‘bizi rezil ediyorsun’ dedim. O da bana… çok ağır sözler söyledi. Sonra evi terk etti.”

Kaan’ın sesi kısık çıktı. “Ben mi… o zaman…”

“Evet,” dedi Sevgi Hanım. “Sen doğmuştun. Daha bebek bile değildin.”

Kaan’ın elleri yumruk oldu. “Demek annem hamileyken gitti.”

Sevgi Hanım gözlerini kaçırdı. “Ben… onu aradım,” dedi. “Bir iki yıl sonra pişman oldum. Ama kimse adres vermedi. ‘Unut’ dediler. Sonra ben evlendim, çocuğum oldu, hayat… aktı gitti. Ama içimde kaldı.”

Kaan çenesini sıktı. “Benim annem niye sizi hiç anlatmadı o zaman?” dedi. “Niye beni bu evden, bu soyaddan kopardı?”

Sevgi Hanım acı bir gülümseme yaptı. “Çünkü kırılmıştı,” dedi. “Çünkü onu yalnız bıraktık.”

Kaan bir anda ayağa kalktı. “Yalnız bıraktınız,” dedi. “Ve şimdi ben markette bir kadının birkaç lirayı denkleştiremediğini görünce… sinirleniyorum. Çünkü… çünkü annem de böyle şeyler yaşadı mı diye düşünmeden edemiyorum.”

Bu cümle, Sevgi Hanımın içine bıçak gibi saplandı. “Yaşadı,” dedi hemen. “Kesin yaşadı.”

Kaan hızlı hızlı nefes aldı. “Peki,” dedi. “Bana şunu söyleyin. Annemin başka çocuğu var mıydı?”

Sevgi Hanım şaşırdı. “Başka çocuk mu?”

Kaan cebinden telefonunu çıkardı, bir fotoğraf gösterdi. Fotoğrafta on altı-on yedi yaşlarında bir erkek çocuk vardı. Saçları koyu, bakışları sertti. Bir okul bahçesi gibi bir yerde çekilmişti.

“Bu çocuk,” dedi Kaan, “benim yan şirkette çalışan bir ustanın oğluydu. Adı Emir. Bir gün beni görünce dondu kaldı. Sonra ‘siz… Kaan Yalçın mısınız?’ dedi. Evet dedim. ‘Annem sizi televizyonda gördüğünde ağlıyor’ dedi. Ben de… merak ettim.”

Sevgi Hanım fotoğrafa yakından baktı. Çocuğun yüzünde bir tanıdıklık vardı. Burun… kaş… bir şey.

Kaan devam etti: “Araştırdım. Emir’in annesinin adı… Nermin.”

Sevgi Hanımın eli ağzına gitti. “Hayır…” dedi. “Olmaz… Nermin…”

Kaan’ın sesi buz gibiydi. “Nermin Kara değil. Nermin Güner. Aynı soyadı. Aynı şehir. Aynı yaş.”

Sevgi Hanım birkaç saniye boyunca konuşamadı. Sonra çok yavaş bir şekilde başını salladı.

“Demek…” dedi. “Demek Nermin… gerçekten yalnız kalmış. Ve… bir hayat daha kurmuş.”

Kaan gözlerini Sevgi Hanımın gözlerine dikti. “Emir benim kardeşim mi?” dedi.

Sevgi Hanım, o an sorunun ağırlığını hissetti. “Bilmiyorum,” dedi dürüstçe. “Ama… fotoğrafa bakınca… içim ürperdi.”

Kaan dişlerini sıktı. “Ben yıllarca tek çocuk olduğumu sandım,” dedi. “Annem de öyle davrandı. Ama bir yerde bir çocuk daha… ve ben bunu şimdi, markette, bir kadının gofreti çıkarırken öğrendim gibi…”

Sevgi Hanım titreyen bir sesle konuştu: “Bak evladım… belki de Nermin bunu saklamak zorunda kaldı. Belki… korktu. Belki… utanmadı ama yoruldu.”

Kaan, odanın içinde bir ileri bir geri yürüdü. Sonra durdu, Sevgi Hanımın karşısına geçti.

“Ben o çocuğu bulacağım,” dedi. “Bunu saklamayacağım. Ama… bir şey daha var.”

Sevgi Hanımın gözleri büyüdü. “Ne?”

Kaan, telefondaki fotoğrafı kapatıp başka bir ekran açtı. Bu kez bir belge fotoğrafı gibiydi. Eski bir nüfus kayıt örneği. Üstte bir isim: “Nermin Kara.” Altında çocuklar kısmında “Kaan” yazıyordu. Bir de altında silik gibi duran başka bir satır: “Emir.”

Sevgi Hanımın gözleri o satıra kilitlendi. “Bu… gerçek mi?” dedi.

Kaan başını salladı. “E-devlet üzerinden çıkan bir kaydın görüntüsü bu,” dedi. “Ama bu satır bazen… mahkeme kararıyla düzeltmelerde görünüyor. Ben de emin olamadım.”

Sevgi Hanım derin bir nefes aldı. “Yani… sen de emin değilsin.”

“Değilim,” dedi Kaan. “Ama şunu biliyorum: Emir’in annesi benim annemle aynı kişi olmasa bile, bir şeyler birbirine değiyor. Bir isim, bir tarih, bir yüz… Ve siz de buradasınız. Yıllardır.”

Sevgi Hanım başını eğdi. “Benim suçum çok,” dedi kısaca. “Ama bugün… markette… seni görünce… ilk kez bir şeyin geri döndüğünü hissettim.”

Kaan’ın gözleri dolmadı. Ama sesi bir an çatladı. “Ben geri döndüm,” dedi. “İstemeden.”

Sevgi Hanım eliyle koltuğun kenarını sıktı. “Torunum Ali,” dedi birden, “okuldan birazdan gelir. Seni görünce şaşırır.”

Kaan istemsizce güldü gibi yaptı ama gülüş çıkmadı. “Ben bugün… başka bir torun olduğumu da öğrendim,” dedi. “Garip.”

Sevgi Hanım ayağa kalktı. “Evladım,” dedi. “Eğer Emir diye bir çocuk varsa… onu bulalım. Ama… ona birdenbire ‘kardeşin var’ demek kolay değil.”

Kaan başını salladı. “Ben kolay yapmam,” dedi. “Ben… doğru yaparım. Çünkü yanlış yapmanın neye benzediğini biliyorum.”

Tam o sırada kapı açıldı. İçeri ince bir çocuk sesi doldu.

“Anneanne! Geldim!”

Sevgi Hanım bir an dondu. Sonra hızla kapıya gitti. Ali içeri girdi, montunu çıkarırken salona baktı. Kaan’ı görünce durdu.

“Kim bu?” dedi.

Sevgi Hanım ne diyeceğini bilemedi. Kaan ise Ali’ye baktı. Çocuğun yüzünde masum bir merak vardı.

“Ben…” dedi Kaan. “Ben Kaan.”

Ali başını yana eğdi. “Komşu musun?”

Kaan bir an sustu. Sonra çok yavaşça “Belki,” dedi. “Belki… daha fazlası.”

Ali anlamadı ama Sevgi Hanım anladı. Boğazı yine düğümlendi. Kaan’ın gözleri, duvardaki eski bir fotoğrafa takıldı. Fotoğrafta genç bir kadın vardı: Nermin. Gülümserken bile gözlerinde sanki bir acele saklıydı.

Kaan fotoğrafa yaklaşmadı. Sadece baktı.

“Annem,” dedi.

Sevgi Hanım arkasından, kısık sesle konuştu: “Kaan… sana bir şey daha söylemem lazım.”

Kaan dönmedi. “Söyleyin,” dedi.

Sevgi Hanım yutkundu. “Nermin gittiği gün… bana bir mektup bırakmıştı,” dedi. “Ben o mektubu… yıllarca açmadım.”

Kaan sonunda döndü. “Mektup?” dedi.

Sevgi Hanım başını salladı. “Dolabın en üstünde durur,” dedi. “Korktum açmaya. Çünkü açarsam… her şey gerçek olacaktı. Şimdi… belki de o mektupta senin bilmediğin her şey yazıyor.”

Kaan’ın bakışı sertti ama bu kez içinde başka bir şey vardı: bir beklenti. Sanki hayatında ilk kez bir kapının aralanacağını hissediyordu.

“Getirin,” dedi.

Sevgi Hanım dolaba yöneldi. Eli titreyerek üst raftaki eski kutuyu çekti. Kutunun içinden sararmış bir zarf çıkardı. Üzerinde kendi adı yazıyordu: “Sevgi.”

Zarfı Kaan’a uzattı.

Kaan zarfı aldı. Parmakları zarfın kenarında bir an durdu. Açmadı. Sadece baktı. Sonra başını kaldırdı.

“Ben buraya yardım etmeye gelmedim,” dedi. “Ben buraya… hesap sormaya da gelmedim. Ama şimdi… bu zarfı açarsam… belki hayatımın bütün çizgisi değişecek.”

Sevgi Hanım gözlerini kapadı. “Değişsin,” dedi. “Çünkü zaten yanlış başlamış.”

Ali, ikisinin yüzüne bakıp ürktü. “Anneanne?” dedi.

Sevgi Hanım Ali’ye döndü, yüzünü toparlamaya çalıştı. “Bir şey yok kuzum,” dedi. “Sen odana geç, gofret aldım sana.”

Ali’nin gözleri parladı. “Gerçekten mi?” diye sevinçle aldı paketi. Sonra odasına koştu.

Kaan, zarfı yavaşça açtı.

İçinden tek sayfa çıktı. Yazı Nermin’indi. Eğik, aceleci bir yazı.

Kaan okumaya başladı. Sevgi Hanım nefesini tuttu.

Ve Kaan’ın yüzü, ilk satırdan sonra değişti.

Çünkü mektubun başında şunu yazıyordu:

“Sevgi… Eğer bir gün Kaan sana gelirse, bil ki yalnız gelmeyecek. Çünkü Kaan’ın bir kardeşi var. Adı Emir. Ve bu dünyada ikisini birbirinden saklamak zorunda kaldım.”

Kaan başını kaldırdı. Gözleri buz gibi oldu.

“Emir,” dedi. “Gerçekmiş.”

Sevgi Hanımın dizleri boşaldı, koltuğa çöktü.

Kaan mektubu sıkıca tuttu. “Şimdi,” dedi, “ben o çocuğu bulacağım. Ama bu kez kimse bana ‘kurcalama’ demeyecek.”

Sevgi Hanım sadece başını sallayabildi.

Dışarıda sokak lambaları yanmıştı. Marketten başlayan o küçük utanç anı, bir aile sırrının kapısını açmıştı.

Ve Kaan Yalçın, ilk kez parayla çözülmeyen bir şeyle karşı karşıyaydı: geçmişle.

Kapıdan çıkarken dönüp Sevgi Hanıma baktı.

“Ben sinirli geldim,” dedi. “Ama şimdi… daha kötüsü oldum. Merak ediyorum. Ve merak, insanı rahat bırakmaz.”

Sevgi Hanım fısıldadı: “Nermin… keşke görseydi.”

Kaan cevap vermedi. Merdivenlerden inerken mektubu cebine koydu.

Aşağıda şoförü bekliyordu. Kaan kapıya geldiğinde sadece tek cümle söyledi:

“Emir’i bulun.”

Ve o cümleyle birlikte, Sevgi Hanımın bilmediği torun, artık sadece bir ihtimal değil; yakında kapıyı çalacak bir gerçekti.

Sevgi Hanım altmış altı yaşındaydı. Kışın soğuğu kemiklere daha hızlı işliyordu;
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Gündem Haberler ayrıcalıklarından yararlanmak için giriş yapabilir veya hesap oluşturabilirsiniz.