
“Bu… nedir Pınar?” dedi Henrik, sesi soğuk çıkmıştı. CEO tonlaması devreye girmişti. Pınar paniğe kapıldı, bebeği sudan çıkarıp havluya sardı. “Bu benim kızım Zeynep,” dedi titrek bir sesle. “Kreşte bakıcı hasta oldu, başka yerden bulamadım.” Henrik şaşkındı. Üç yıldır çalışan kadının çocuğu olduğunu bilmiyordu. “Çocuğunuz olduğunu bilmiyordum,” dedi suçlayıcı bir tonla. Pınar cesaretini topladı: “Siz hiç sormadınız. Ben de özel hayatımı işe karıştırmak istemedim.”
Henrik bebeğe daha yakından baktı. Zeynep’in cildi sürekli kaşıntı çekiyormuş gibi kızarmıştı. Küçük elleri sürekli hareket halindeydi. “O hasta mı?” diye sordu Henrik, sesi yumuşamaya başlamıştı. Pınar’ın gözleri doldu. “Alerjisi var. Çok nadir bir türü. Özel bakım gerekiyor, özel ürünler…” Sesi kesildi. Henrik bu durumun karmaşıklığını kavramaya başlıyordu. “Neden mutfakta yıkıyorsunuz onu?” diye sordu. Pınar başını eğdi. “Evimizde sıcak su yok bu hafta. Kombi bozuldu, tamir için para yok…”
Henrik bir anda, bu kadının hayatında çok daha büyük bir mücadele verdiğini fark etti. Pınar’ın çantası açıktı, içinde pahalı görünen küçük şişeler ve krem tüpleri vardı. Henrik etiketleri okumaya çalıştı; bunlar reçeteli, özel üretim ilaçlardı. “Bu ilaçları nasıl alıyorsunuz?” dedi. Pınar utançla başını eğdi. “Bazen aç kalıyorum, kirayı geciktiriyorum, elektrik faturasını ödeyemiyorum…”
Henrik’in kafasında hesaplar dönmeye başladı. Pınar’a aylık 1.000 euro maaş veriyordu; Berlin standartlarında makul bir miktar. Ama Zeynep’in ilaçları ayda en az 800-1.000 euro tutuyordu. “Babası?” dedi Henrik. “Yok. Hamile olduğumu öğrenince kayboldu,” dedi Pınar. Henrik, Pınar’ın neden hiç tatil yapmadığını, neden hep fazladan iş aradığını anladı. Bu kadın sadece kendisi için değil, hasta bir bebeği için yaşıyordu.