
Zeynep, tüm doktorların “Gerçeği kabul etmelisin” demesine rağmen, Ahmet’in uyanacağına inanıyordu. Suçluluk onu yiyip bitiriyordu; eğer o gece tartışmasalardı, eğer daha anlayışlı olsaydı, belki her şey farklı olabilirdi. Ancak zaman durmuştu, Ahmet 48 yaşında, bedeninde hapsolmuştu. Zeynep, her gün onun elini tutuyor, ona sevgiyle dokunuyor ve umutlarını ona fısıldıyordu.
Bir gün, Zeynep hastaneye geldiğinde odanın kapısında yaklaşık 10 yaşlarında, mavi pamuklu bir elbise giymiş, kahverengi saçları omuzlarına dökülen bir kız gördü. Kızın adı Zehra’ydı ve odaya rahatsız edici bir doğallıkla girmiş, Ahmet’in elini tutmuştu. Zeynep şaşkındı; kimdi bu çocuk? Zehra, “O beni çağırıyor,” dedi sakin ve sağlam bir sesle. Zeynep, Zehra’nın babaanesi Fatma’nın aşağıda beklediğini ve buraya çıktığını bilmiyordu.