
Önce anlamadım.
“Gebelik… ne?” dedim. “Kist mi? Tümör mü?”
Başını salladı.
“Hayır. Gebelik. Kalp atımı da var.”
O an dünya sustu. Koridor, hastane, şehir… hepsi geride kaldı.
“Ben… altmış yaşındayım,” dedim. “Menopoza girdim. Yıllar önce bitti bu işler.”
Doktor sakin bir tonla konuştu:
“Nadir ama imkânsız değil. Şimdi önemli olan sizin sağlığınız.”
Ellerime baktım. Parmaklarım titriyordu. Eşimin yüzü geldi aklıma. Sonra oğlum… Ona bunu nasıl anlatacaktım?
Hastane kantininde plastik sandalyede otururken karnımdan bir kıpırtı daha geldi. Bu kez inkâr edemedim. Elimi karnıma koydum.
“Sen şimdi… buradasın,” dedim. “Ben sana nasıl bakacağım?”
Korku vardı, utanç vardı… ama bir de hiç beklemediğim bir duygu: merhamet. İçimde büyüyen bu can, benim geç kalmış ama hâlâ atan kalbimdi belki de.
Telefonumu aldım, oğlumu aradım.
“Anne?” dedi.
“Hastanedeyim,” dedim.
“Ne oldu?”
Derin bir nefes aldım.
“Doktor… hamile olduğumu söyledi.”
Uzun bir sessizlik oldu. Sonra fısıltıyla bir ses geldi:
“Ama…”
“Ben de öyle diyorum,” dedim. “Ama kalp atımı varmış.”
O an anladım: Bu sadece bir şok değildi. Bu, hayatın bana altmış yaşımda yeniden sorduğu bir soruydu.
“Hazır mısın?”
Korkuyordum. Ama korkunun içinde, yıllardır hissetmediğim bir canlılık vardı.
Elimi karnıma bastırdım.
“Bilmiyorum,” dedim. “Ama buradaysan… demek ki bir sebebi var.”
Ve o gün, şişkinlik sandığım şeyin aslında kaderimin en büyük sürprizi olduğunu kabul ettim.Bu bir hikayedir kurgulanmıştır gerçek kişileri asla temsil etmemektedir.







