
Kâbusa son vermek için çaresizce çabalayan Mark ve Jessica, araştırmaya karar verdiler. Laura’nın hayatının sona erdiği ıssız iskeleyi tekrar ziyaret ederek korkularını dindirmeyi umdular. Suyun kenarında dururken, ay dalgalara gümüşi bir ışıltı saçarak uzun zamandır unutmaya çalıştıkları anıları canlandırdı. Aniden, bilge ve bilgili bakışlarıyla yaşlı bir balıkçı onlara yaklaştı. Hayata zar zor tutunan, kıyıya vuran bir kadından, ortaya çıktığı kadar gizemli bir şekilde ortadan kaybolan bir kadından bahsetti. Bu keşif, soğuk bir dehşet dalgasıydı. Laura hayatta kalmış olabilir miydi? Bunca zamandır hayatta mıydı ve dönüşünü planlamış mıydı? Bu düşünce içlerini kemiriyor, özenle ördükleri yalanların iplerini çözüyordu. Dünyaları kaosa sürüklenmeye devam ediyordu. Sadık olduklarını düşündükleri arkadaşları uzaklaşmaya başladı, şüphe fısıltıları peşlerini bırakmıyordu. İş anlaşmaları, sanki evren onlara karşı komplo kuruyormuş gibi suya düştü. Ve tüm bunlar olurken, Mark ve Jessica’nın birbirlerine olan güvenleri sarsıldı. Suçlamalar, her geceki korolarına dönüştü ve ikisi de içinde bulundukları durum için birbirini suçladı. Fırtınalı bir gecede, gök gürültüsü gürlerken ve şimşekler gökyüzünü ikiye bölerken, Mark uyandığında Jessica’nın gittiğini gördü. Yatağın onun tarafı soğuktu, eşyalarına ürkütücü bir şekilde dokunulmamıştı. Evde sendeleyerek ilerlerken, adını sayıklarken panik içindeydi; ancak sessizlikle karşılaştı. İşte o anda Mark, kabusunun gerçek doğasını anladı. Onu rahatsız eden Laura’nın hayaleti ya da keşfedilme korkusu değil, tamamen yalnız olduğunun, kendi yarattığı bir ağın içinde hapsolduğunun farkına varmasıydı.