
O öğleden sonra Emel bahçede Leylak’ın kelebekleri kovalamasını izliyordu. Cihan iki fincan çay getirdi.
“Gün batımını hep severdin.”
“Dünyanın sessiz kaldığı tek an,” dedi Emel.
“Kanserden sonra neden dönmedin?”
“Artık senin dünyana ait olmadığımı düşündüm.”
“Yalnızdım,” dedi Cihan.
Sessizlik.
“Geri dönebilirdin.”
“Beni affetmeyeceğinden korktum.”
“Peki şimdi?”
“Yapabilir misin bilmiyorum.”
“İntikam istemiyorum. Onun ihtiyaç duyduğu adam olmak istiyorum.”
“Onun bir babaya ihtiyacı var. CEO’ya değil.”
“O zaman ben de öyle olacağım.”
Ertesi gün kapı çaldı. Emel kapıyı açtığında Derya Yaman karşısındaydı. Sert, soğuk ve heybetli.
“Demek geri döndün.”
“Merhaba Derya Hanım.”
“Julian sen gittiğinden beri dağılıyor.”
“Lütfen içeri gelin.”
“Kalmıyorsun değil mi?”
“Yapmayacaktım… ama şimdi bilmiyorum.”
“Çocuk sizi aile mi yaptı sanıyorsun?”
“Hiçbir zaman aile olmaktan vazgeçmedim. Leylak Cihan’ın kızı.”
“Ya bu bir para planıysa?”
“Demek beni hiç tanımadınız.”
Cihan geldi.
“Burada neler oluyor?”
“Sadece bir aile toplantısı,” dedi Derya tatlı tatlı.
O gece Emel bavulunu hazırladı.
“Gitmiyorsun,” dedi Cihan.
“Annen…”
“Para için geldiğini mi sanıyor?”
Emel başını salladı.
“Onun yüzünden gitmiyorsun.”
“Siz benim ailemsiniz,” dedi Cihan.
“Her zaman öyleydiniz.”
Emel ağladı…
Ama bu kez yüzünü çevirmedi.
Haftalar aylara dönüştü.
Cihan daha az seyahat etti.
Leylak’ın saçını örmeyi öğrendi.
Emel, bir zamanlar kafes olan evde huzur buldu.
Bir pazar günü, manolya ağacının altında Cihan diz çöktü.
“Seni bir kez kaybettim. Bir daha yapmayacağım.”
Leylak alkışladı.
Emel gözyaşları içinde fısıldadı:
“Evet… Evet.”
BİTTİ.







