
Ve şimdi…
İşte karşısındaydı.
Yırtık pırtık, narin ve eskimiş kıyafetlerle.
“Neredeydin?” diye sordu, sesi gergindi.
“Yeniden bir araya gelmek için gelmedim,” dedi Emel titreyerek.
“Sadece yemeğe ihtiyacım var. Sonra giderim.”
Cihan’ın bakışları küçük kıza kaydı.
Sarı bukleler…
Parlak mavi gözler…
Ve annesinin gözleriyle aynı gözler.
“Benim mi?” diye sordu alçak bir sesle.
Emel sessizce bakışlarını kaçırdı.
Cihan kenara çekildi.
“İçeri gelin.”
İçerideki sıcaklık onları sardı. Emel, mermer zeminde rahatsız bir şekilde otururken yağmur suyunu emiyordu. Cihan ise mutfağa yönelip aşçıya yemek hazırlamasını söyledi.
“Hâlâ personelin var mı?” diye mırıldandı Emel.
“Elbette,” diye yanıtladı Cihan.
“Her şeyim var… cevaplar hariç.”
Küçük kız bir kase çileğe doğru eğildi.
“Teşekkür ederim,” diye utangaçça fısıldadı.
Cihan hafifçe gülümsedi.
“Adın ne?”
“Leylak,” diye fısıldadı Emel.
Bu isim Cihan’ı derinden etkiledi.
Leylak…
Bir zamanlar dünyaları tamamlandığında, bir kız çocukları olursa koymayı hayal ettikleri isimdi.
Cihan bir sandalyeye çöktü.
“Konuşmaya başla. Neden gittin?”
Emel tereddüt etti, sonra karşısına oturdu ve kollarını koruyucu bir şekilde Leylak’ın etrafına doladı.
“Şirketinizin halka açıldığı hafta hamile olduğumu öğrendim,” dedi.
“Durmadan çalışıyordunuz. Size yük olmak istemedim.”
“Bu benim kararımdı,” diye sertçe cevap verdi Cihan.
“Biliyorum,” diye fısıldadı Emel, gözyaşları parıldayarak.
“Sonra kanser olduğumu öğrendim.”
Cihan’ın yüreği sızladı.devamı sonrki syfada..
— İkinci aşamaydı.
— Hayatta kalıp kalamayacağımı bilmiyorlardı.
— Seni, ölmekte olan bir kadınla bırakmak istemedim.
— Bu yüzden ayrıldım.
— Doğumu tek başıma yaptım.
— Kemoterapiyle tek başıma mücadele ettim.
— Ve hayatta kaldım.
Cihan konuşamıyordu; öfke ve üzüntü birbirine karışmıştı.
“Bana yardım etmeme izin verecek kadar bana güvenmedin mi?” diye sordu sonunda.
Emel’in gözleri yaşlarla doldu.
“Hayatta kalabileceğime bile güvenmiyordum.”
Leylak annesinin kolundan çekiştirdi.
“Anne, uykum var.”
Cihan eğildi.
“Sıcak bir yatakta dinlenmek ister misin?”
Leylak başını salladı.
Cihan Emel’e baktı.
“Bu gece gitmiyorsun. Misafir odası hazır olacak.”
“Kalamam,” dedi Emel hemen.
“Evet, kalabilirsin,” dedi Cihan kararlılıkla.
“Sen sıradan biri değilsin… sen kızımın annesisin.”
Emel donakaldı.
“Yani onun benim olduğuna mı inanıyorsun?”
“Kanıta ihtiyacım yok,” dedi Cihan.
“Bunu onda görüyorum.”
O gece Leylak üst katta uyuyakaldıktan sonra, Cihan balkonda durup fırtınalı gökyüzüne baktı. Emel, üzerine bir hizmetçi sabahlığı alarak yanına geldi.
“Hayatını mahvetmek istemedim,” dedi.
“Sen yapmadın,” diye cevapladı Cihan sessizce.
“Sadece kendini benden sildin.”
Sessizlik uzadı.
“Hiçbir şey istemiyorum,” dedi Emel.
“Çaresizdim.”
Cihan ona döndü.
“Sen benim sevdiğim tek kadındın. Senin için savaşmama izin vermeden gittin.”
Gözyaşları Emel’in yanaklarından süzüldü.
“Seni hâlâ seviyorum,” diye fısıldadı.
“Benden nefret etsen bile.”
Cihan cevap vermedi. Pencereye, Leylak’ın huzurla uyuduğu odaya baktı.
Sonunda,
“Kal. En azından bundan sonra ne olacağını anlayana kadar,” dedi.
Sabah güneşi bulutların arasından süzülerek araziyi altın rengine boyuyordu. Yıllar sonra ilk kez ev boş hissettirmiyordu.
Cihan mutfakta, tereyağı ve kızarmış ekmek kokuları arasında çırpılmış yumurta hazırlıyordu. Arkasından ayak sesleri geldi.
Emel, Leylak’ın elini tutarak kapıda duruyordu. Leylak temiz pijamalar içindeydi, saçları düzgün bukleler hâlindeydi.







