
Eve vardığında, her şey sessizdi. Kapıyı açtığı anda beklediği sıcak karşılama yerine, mutfaktan gelen hıçkırık sesleri ve öfke dolu bir kadın sesiyle irkildi. İçgüdüsel olarak mutfağa yöneldi ve gördüğü manzara karşısında yüreği sıkıştı: Küçük kızı Emma, yerde oturmuş, sırılsıklam olmuş, üzerine süt dökülmüştü. Yanında duran eşi Claire, soğuk ve sert ifadesiyle kızını azarlıyordu: “Bir daha yemeğini israf etmeyeceksin, anladın mı?”
Marc’ın dünyası bir anda karardı. Öfke ve şok içinde, “DUR!” diye bağırdı. Ses o kadar güçlüydü ki, Claire irkildi ve elindeki süt kabını düşürdü. Hemen yavrusuna koşan Marc, Emma’yı yerden kaldırıp sıkıca sarıldı. Küçük kızın titreyen bedeni ve korku dolu gözleri, onun içinde fırtınalar koparıyordu.
Claire, kendini savunmaya çalıştı: “Marc, sadece disiplin vermeye çalışıyordum! Yemeğini hep döküyor ve—” Ancak Marc sözünü kesti: “Disiplin mi? Bu işkence! Sen bir anneye değil, bir zorbaya benziyorsun!”
O anda Marc için her şey netleşmişti. Claire’in davranışları, çocukların güvenliği ve mutluluğu söz konusu olduğunda kabul edilemezdi. Çocuklarını korumak, her şeyden önce geliyordu. Eşine dönerek, soğuk ama kararlı bir ifadeyle, “Bugün bu evde senin yerin yok. Toplan ve git. Yarın avukatım seni arayacak,” dedi.
Claire şaşkınlık ve pişmanlık içinde odadan ayrılırken, Marc çocuklarını kucaklayıp onları sakinleştirmeye çalışıyordu. Emma’nın gözyaşları, Alex’in korku dolu bakışları… Ama artık güvendeydiler.