66 yaşındaki Sevgi Hanım
Sevgi Hanım altmış altı yaşındaydı. Kışın soğuğu kemiklere daha hızlı işliyordu; o da her zamanki gibi yün hırkasının düğmelerini ilikleyip evden çıktı. Apartmanın merdivenlerini inerken elindeki bez çantayı sıkı tuttu. Çantanın içinde sadece bir liste vardı: ekmek, süt, yumurta, biraz patates, torununa sevdiği yoğurt… ve en sona küçük harflerle yazdığı şey: “çikolatalı gofret (olursa).”
“Olursa” kelimesini kendi kendine eklemişti. Çünkü o gofret, ev bütçesinde her zaman en önce elenen şeydi.
Mahalle marketi evine yakındı. Kapının zili çalınca içerideki sıcak hava yüzüne vurdu. Rafların arasında gezinen iki kişi, kasanın önünde bekleyen bir adam… Sevgi Hanım önce sebze reyonuna yöneldi, patatesleri seçti. Etiketlere bakınca kaşları hafifçe çatıldı. Sonra süt. Sonra yumurta.
Her ürünü sepete koyarken içinden bir hesap yapıyordu. Tam bir rakam değil; yılların alışkanlığıyla gelişen “az çok” hesabı. Elindeki paranın yetip yetmeyeceğini hissederek anlıyordu.
Kasaya geldiğinde sırada kimse yoktu. Kasiyer genç bir kadındı, adı rozetinde “Ece” yazıyordu. Ece’nin yüzü yorgundu, sanki sabahın yedisinden beri aynı noktaya bakıyordu.
“Kolay gelsin kızım,” dedi Sevgi Hanım.
Ece cevap vermedi ya da duymazdan geldi. Ürünleri tek tek geçirmeye başladı. Bip… bip… bip… Sonra ekranın altına toplam düştü.
Sevgi Hanım cebindeki küçük cüzdanı çıkardı, içinden katlanmış paraları açtı. Bir de bozukluk. Paraları sayarken nefesi fark edilmeden hızlandı. Çünkü sayı bitmeden toplamı gördü: birkaç lira eksikti. Çok değil… ama o birkaç lira, o gün için bir duvar gibiydi.
Sevgi Hanım bir an tereddüt etti. Sonra listeyi hatırladı, gözleri gofret kısmına kaydı. Sepetin kenarında torununun sevdiği yoğurt vardı. “Gofreti çıkar,” diye düşündü, “oğlan yoğurdu da sever.”
“Şey… kızım,” dedi kısık bir sesle. “Şunu… bunu çıkaralım.”
Ece gözlerini devirdi. “Hangisini çıkaracağız? Sırayı da tutmayalım, tamam mı? Her gün aynı şey.”







