Haziran güneşi İzmir’in en lüks araba galerisinin camlarında parlıyordu. Galerinin içinde yeni cilalanmış Mercedes’ler, BMW’ler ve Jaguar’lar zenginliğin en güzel yansımalarını sergiliyordu. Ege’nin seçkin ailelerinin uğrak noktası olan bu galeri, saygının cüzdan kalınlığıyla ölçüldüğü bir yerdi. Galerinin sahibi Tarık Karadeniz, şehrin en zengin iş insanlarından biriydi. Ancak bugün, kimse onun kim olduğunu bilmiyordu. Çünkü Tarık, insanları ve çalışanlarını test etmek için dilenci kılığına girmişti.
Eski bir ceket, yırtık sandaletler ve kirli bir sakalla galeriye adım attı. İçeri girer girmez galeri müdürü Cengiz Öztürk’ün keskin bakışlarıyla karşılaştı. Cengiz, lüks takım elbisesiyle müşterileriyle sohbet ediyordu. Tarık’ı görünce yüzünde bir tiksinti belirdi. “Ne işin var burada?” diye hırladı. Tarık, sakin bir sesle “Sadece arabalara bakmak istedim,” dedi. Ancak Cengiz, Tarık’ın omzuna sertçe dokunarak onu dışarıya sürüklemeye başladı. “Defol buradan serseri, senin gibiler bu arabaların hayalini bile kuramaz!” dedi. Diğer çalışanlar ve müşteriler alaycı bakışlarla izliyordu.
Tarık, direnmeksizin dışarı çıkarıldı. Kapının önünde durup içerideki insanları izledi. O anda genç bir kadın, Seren Kılıç, gözleri dolu dolu Tarık’a bakıyordu. Seren, galeriye yeni başlamıştı ve işini kaybetmekten korkuyordu. Fakat vicdanı, yaşananlara sessiz kalmasına engel olamıyordu.
Tarık, kaldırımda sessizce uzaklaşırken içindeki ateş büyümeye başladı. “Kim aşağılarsa aşağılanacak, kim onurlandırırsa onurlandırılacak,” diye düşündü. O gece lüks bir otelin suitinde, gerçek kimliğine geri döndü. Üzerinde İtalyan kesimi takım elbisesi, platinum saat ve yanında asistanıyla, “Yarın için her şey hazır mı?” diye sordu. “Evet efendim, üç araba için görüşme ayarlandı,” dedi asistanı.Devamı sonrki syfada..







