
«Dört yıl önce, kısırlık tedavisi gördüğümde olan kaza mı? Her ay, tedaviler işe yaramadığında ağladım mı?» Her soruda boğazım düğümleniyordu.
Ertesi sabah, Janet adında esprili bir avukatı ziyaret ettim ve o beni yargılamadan dinledi. Umduğum şeyi doğruladı: Sam’in üvey annesi olmam bana ebeveynlik hakları veriyordu. Daha önce bilinmeyen Mark’ın babalığı, ona otomatik olarak velayet hakkı vermiyordu.
Boşanma davası açacağım,” dedim Mark’a akşam, Sam uyuduktan sonra. “Ve Sam’in tam velayetini almak istiyorum.”
“Amanda, lütfen…”
“Annesi onu çoktan terk etti, siz de aynısını yapmaya hazırdınız,” diye araya girdim. “Bunun olmasına izin vermeyeceğim.”
Yüzü buruştu. “Seni seviyorum.”
“İtiraf edecek kadar değil. Bence kendini daha çok sevdin.”
Mark direnmedi ve boşanma süreci hızlı bir şekilde sonuçlandı. Sam beklediğimden daha iyi uyum sağladı, ancak bazen babasının neden bizimle yaşamadığını soruyordu.
“Bazen yetişkinler hata yapar,” diye saçlarını okşayarak ona söylüyordum. “Ama bu seni sevmedikleri anlamına gelmez.” Bu, ona sunabileceğim en nazik gerçekti.
O zamandan bu yana yıllar geçti ve Sam harika bir genç adam oldu. Mark tebrik kartları gönderiyor ve bazen e-posta yazıyor, ama mesafeli davranıyor — bu onun tercihi, benim değil.
Bazen bana, gerçeği öğrendiğimde gitmediğim için pişman olup olmadığımı soruyorlar. Ben her zaman başımı sallıyorum.
Sam artık sadece evlatlık bir çocuk değildi, biyoloji ve ihanet üzerine yemin ederim ki o benim oğlumdu. Aşk her zaman kolay değildir, ama her zaman bir seçimdir. Onu asla kimseye vermeyeceğime yemin ettim, tabii ki gelecekteki gelini hariç.